One thought on “GÖKHAN ÖZCAN – Önemli olan nedir?

  1. Doğru tespitlerle güzel bir yazı. Gerçekten olup biteni, yüksek, tespit edebilme kapasitesine sahip değerli yazarlarımız var. Bu düşünürlere, yazarlara ve yazılara ihtiyacımız var. Haklarını vermek lazım. Takdire laik insanlar.

    Ama tabi sadece tespit etmekle olmuyor. Sadece yazmakla da olmuyor. Sadece okumakla bitmiyor. Dikkat edilmezse – sonraki adımlar gelmediği takdirde – bu eylemler tek başına bizi başarıdan uzak da tutabilir.

    Evet. “Önemli olan nedir?” Sorulması gereken sorulardan biri bu. İşin aslı nedir? Ne yapılmalıdır? Ve tabi nasıl?

    Bu soruların cevabı insanın benimsediği değerlere göre değişir. Benim doğru bulduğum değerler var. Ve oradan yola çıkarak bu soruları cevaplamaya çalışabilirim, çalışmalıyım. Fakat senin doğru bulduğun değerler hangileri? Benimkilerden farklıysa senin bulacağın cevaplar da farklı olacaktır. O halde ne yapmalıyız? Herkes kendi kafasına göre belirlesin mi değerlerini? Ve bunun neticesinde herkesin kendine ait yolu olduğuna saygı mı duyalım? Bence bu son iki soruya “evet” cevabını vermekten başka çare yok. Tabi ki herkes kendi iradesi ile kendisine ait bir seçim yapmalıdır. Yoksa zaten seçtiğinin arkasında samimiyetle duramaz ve seçtiğini azim ve sabır ile ayakta tutamaz. Burada asıl olan bilinçli bir seçim yapabilmektir.

    Ama insan seçerken ve belirlerken şu soruyu da kendine sormalı. Seçtiğim yoldan yalnız yürümeyi göze alıyor muyum?
    Şayet bunu göze alamadığını itiraf ederse kendine. Yani başkalarına ihtiyacı olduğunu kabul ederse, o kişi artık bağımsız değildir. Yani kafasına göre hareket edebilme hayalinden kurtulmalıdır. Çünkü kimseye bağlı olmadan karar vermek ve hareket etmek isterse, bu hakkı herkese vermesi lazım. Böylelikle herkes birbirine saygı duyan fakat bağımsız hareket eden hür bireyler haline gelir ve bir beraberlikten bahsedilemez. Yalnızlığı göze alamayanlar kendi kafalarına göre değerlerini belirlerken ve tek başına yollarını çizerken bunu tekrar düşünsünler.

    Erhat kardeşime katılıyorum. Çözüm sorunu tespit etmekle başlar. Bu da benimsediğimiz değerler doğrultusunda elimizi vicdanımıza koyarak yapılmalı. Samimiyetle. Yoksa bir kısırdöngü içerisinde tekrar o kara deliğin boşluğuna düşmeye mahkum oluruz.
    Kendimizi ve etrafımızdakileri kandırmayalım.

    Tespit edebilenler – ve yalnızlık yerine beraberlik diyenler – görecekler ki ilk adım sevebileceğimiz ve paylaşabileceğimiz, dost olabilecek arkadaşlar bulmak. Onlarla değerleri paylaşmak. Ve icabında değişmeye açık olmak. Eleştiriler üzerinde samimiyetle düşünmek. Nefse ağır gelse de kendi değerlerinden daha güzel değerler için vaz geçmek. Böylece herkesin taşıyabileceği – en güzel olan – ortak değerler oluşturmak.

    Arkadaşlar arasında ortak değerler taşınmaya başlandığında dost olma yoluna girilmiş demektir. Şimdi bu dostlar yukarıdaki sorulara artık beraber cevap verebilirler. İşin aslını beraber belirleyebilirler. Nelerin yapılacağını ve nasıl.

    Beraber tespit etmekten ve bilinçlenmekten sonraki adımlar da atılırsa, nihayet bir topluluktan ve bir yürüyüşten bahsedilebilir. Aranılan ve hasret kalınan aidiyet bulunmuş olur.

    Bunları gerçekten kalbimizle istiyorsak yazarın dediği gibi “Bizi meşgul eden her şeyin ücretini ömrümüzden ödüyoruz” ibaresini aklımızdan çıkarmamak lazım. Asıl isteğimize ulaşmak için ömrümüzden ne kadar ödüyoruz? Ne kadar ödemeliyiz?

    Bu tür (değerli) yazıları okuduktan sonra hep bir eksiklik hissediyorum. Arkasının gelmemesini. Okuyoruz, yazıyoruz, paylaşıyoruz ve hala birşeyler eksik. Ya yaptığımız şeylerde yalnızız ya da beraber birşeyler yapmıyoruz.

    Aynı zamanda bu tür yazılar genelde tutunacak birşey bırakmıyor geride. Keskin bir eleştiri duyarlı okuyucuyu gerçeklerle yüzleştirip vahim bir hale sokuyor ve bir kenara atıyor. (Bunu yazarken de acaba ben bu şekilde kaç sefer yazdım diye düşünüyorum). Böyle bir yazıyı okuyup düşen kaç kişi – dersini aldıktan sonra – kalkıp gerekeni yapmıştır? Ve kaç kişi çaresiz günlük hayatına geri dönmüştür?

    Çoğu zaman tespitler tamam. Eleştiri tamam. Okuyucuya bir ayna olmak tamam. Hatta okuyucunun yerine soruları sormak da tamam. Ama cevaplar yok.
    Cevap bulabilen avuç dolusu insandan da kaçı gerçekten cevabını yaşamayı çabalamış ki?

    Doğru. İnsanlık vahim durumda. Ama sen vahamete mahkum değilsin! Bir irademiz var ve şartlarımızın kaldırdığı kadar seçim hakkına sahibiz. En azından bu ikisini elimizden geldiği kadar doğru kullanmaya çalışabiliriz. Kim bilir, belki beraber şartlarımızı değiştirebiliriz de.

    Bu tür yazılardaki tespit ve kıyasların, ne kadar doğru da olsalar, olumsuz bir etkileri de var. Öyle açık ve güzel yazılıyor ki, tespitler ve eleştiriler öyle sıralanıyor ki, okuyan için bu realitede artık doğruya ulaşmak neredeyse imkansız geliyor. Ve başarabileceğine inanmıyor. Gerçeklerle beraber bir an yığılıp kalıyor oraya. Sonra onu yerinden kaldırabilecek tek şey gerçeklerden kaçış ve yazarın tespit ettiği günlük hayata geri dönüş oluyor.

    Yazar (çoğunlukla) doğru tespitlerle güzel bir yazı yazmış ve nihayetinde bir soru sorduruyor kendimize. Bu sorunun (kendince olan) cevabını vermemiş. Büyük bir ihtimal “ben yazdım… gerisini de siz düşünün…” demiştir 🙂

    Ben inanıyorum ki yazarın tespit ettiği olumsuz şeylerin yanı sıra, paylaşırsak, bir çok olumlu şey de tespit edilebilir. İnsan daima düşündüğü kapasitenin üstünde bir kapasiteye sahiptir. Yeter ki umudunu yitirmesin. Beraberlik umut verir. Yeter ki başarı görsün. Beraberlik de zor olanı kolaylaştırır.

    Gelin bu yazı da, okuyup düştükten sonra günlük hayatımıza geri döndüğümüz yazılardan olmasın. Gelin değerlerimizi paylaşalım, daha güzel ortak bir değer oluşturalım, soruları beraber cevaplandırıp, yola düşelim, yürüyelim, bir sonraki adımları atalım…

Leave a comment